8 Eylül 2014

Ciguli'yi Beklerken

Yıllar önce bir gece rüyamda denize gittiğimi görmüştüm. Denize girmemle yüzümün asılması bir olmuştu. Neden? Çünkü denizde yüzenlerin arasında Hüseyin Çimşir de var. Kadıköy'de statta izlediğim maçta Alex'e asist yapmasından beri kafayı takmıştım bu adama. Ben bu adamın yüzdüğü denize girmem diyerek çıktım. Beni ikna etmeye çalıştı. Ben aslında hep böyleydim de yanımda Szymkowiak varken ikimiz iyi oluyorduk şimdi Ayman'la beraber yapamıyoruz dedi. Dinlemedim, bu takımda yeri yoktu. Denizden çıktım.

Uyandıktan sonra pek takılmadım buna ama haklıydı aslında. Birkaç yıl öncesinde methiyeler düzdüğümüz, milli takımda ilk on birde başlayan Hüseyin Çimşir'in de dikine öldürücü paslar attığı yoktu ki. Fakat yanında onun kaptığı topları ileri taşıyabilecek Szymek vardı o zamanlar.  Hiç bu yönden bakmamıştım. Ama böyle bir şey var. Bazen birinin gitmesi yanındakini eksiltir, bitirir. Aşk gibi, dostluk gibi, ortaklık gibi... Yine de çok büyütmemek lazım meseleyi. Trabzonspor o sene adam gibi dikine top yapabilen bir orta saha oyuncusunu kadrosuna katmış olsaydı daha farklı olurdu. Gidenin yerini doldurmak her zaman için mümkündür.

Bu rüyayı hatırladım nedense. Sonra Szymkowiak'ın Trabzonspor kariyerini düşündüm. İlk geldiği sene fırtına gibi top oynamıştı. Ama ayağı kırıldı bir sezon sonra uzun sarı saçlarına kurban olduğumun. Sonra da pek toparlayamadı zaten. Bir ara sol kanatta oynatıldı, yedek kaldı derken eski halini mumla aratır olmuştu.

Berbat bir huyum var, ne zaman sevdiğim bir kişi ya da topluluk düşüşe geçse durmadan tekrar yükselişe geçmesini beklerim, o  da sağ olsun hiç şaşırtmaz daha da dibi, hatta en dibi görür. Szymkowiak bunlardan biri. Takımın berbat olduğu bir dönem, 6 hafta gol atamamışız ama ben yine de Szymek'in düştüğü duruma içerlenmiş haldeyim. Zamanın teknik direktörü Ziya Doğan'ın mail adresini buldum ve anlattım da anlattım. Bu adam niye yedek oturuyordu? O maili okumuş mudur bilinmez fakat birkaç gün sonra Ziya Doğan'ın bir açıklaması oldu: Szymkowiak antrenmanlarda çok iyiydi ve önümüzdeki maçta ona forma verecekti. Fenerbahçe maçıydı, Szymkowiak oynadı ama yine de yenildik. Szymkowiak düzelemedi, en sonunda daha 30 yaşındayken ülkesine kaçıp futbolu bıraktı.

Bir başka önlenemeyen düşüşü de Che Guevara belgeselinde görnüştüm. O zamanlar bilmediğim bir adamdı, belgeselde etkilenmiştim. Fakat belgeselin ortalarında düşüşe geçti o da. Önce sanayi bakanlığından istifa edip Afrika'ya gitti. Orada başarılı olamadı. Sonra Bolivya'ya geçti, tarihin bilmediğim bu kısmında  başarılı olmalıydı. Bekledim de bekledim Bolivya hükümetini düşürmesini, gel gelelim belgeselin sonlarına doğru yakalandı ve oracıkta vuruldu. Kendi deyimiyle altı üstü bir adam vurmuşlardı.

Bir başkası Borussia Dortmund. İlçeye taşındığımız ilk yıllardı. Artık televizyonumuzda TRT dışında kanallar da vardı. İlk izlediğim Şampiyonlar Ligi finalinde ışıl ışıl sarı formalarıyla Borussia Dortmund'lu futbolcular Juventus'u 3-1 ile devirmişti. O gün benim sempatim başladı, çok geçmeden de Dortmund'un düşüşü. Önce Şampiyonlar Ligi gruplarında güçsüz takımların arasından çıkamamaya başladılar, sonra ben liseye geçince UEFA Kupası'na bile katılamayacak yerde bitirdiler ligi, en sonunda da orta sıra takımı oldular. Takımdan Rosicky, Metzelder, Amoroso gibi isimler ayrıldıktan sonra ben takip etmeyi bıraktım da adamlar gün yüzü görüp iki sene önce yine Şampiyonlar Ligi finali gördüler.

Ulan hep mi böyle olur? Düşüşe geçen neyin tekrar yükselmesini beklesem gitti daha da düştü. Yok mu yani herhangi bir şeyin toparlanma şansı. Şimdi de Ciguli'ye taktım kafayı, gerçi artık daha fazla düşse de haberim olmayacak konumda ama gözünü seveyim abi kır şu şeytanın bacağını, göster her düşüşün diple bitmek zorunda olmadığını.

Hiç yorum yok: