10 Eylül 2014

Anlaşılmamanın Verdiği Hava

Beraber yürüyorduk. Gözüme ışıklı bir tabela takıldı. Euro'nun alış değeri 2,85 TL olarak görünüyordu. Birkaç hafta önce yurt dışına çıkacağım için alelacele Euro almak durumunda kalmıştım. İş çıkışı döviz bürolarının mesai bitimine yetişemediğim için alternatif yollar düşünürken bir kuyumcuya girdim. İçerideki amcam sağ olsun kendisinde olduğunu, bu saatte açık döviz bürosu bulamayacağımı söyledi, ondan almalıydım. Aslında onda da pek yokmuş da maksat işim görülsün. Önce alacağım meblağı hesap makinesinde 3 ile çarptı. Beni ayak üstü o kadar yontma fikri vicdanını rahatsız etmiş olacak ki sonra fikrini değiştirip 2,95 ile çarptı. O fiyattan anlaştık. O günden kalma 100 Euro hala cebimde olduğu için Euro'nun fiyatı ilgimi çekmişti. 

Ona geçen haftadan kalan Euro'mun olduğunu bu yüzden Euro'nun fiyatının düşmesinin canımı sıktığını söyledim. Ulan niye canım sıkıldıysa, edeceğim zarar 10 TL. Onun mu lafını yapıyordum? Evet onun lafını yapıyordum. Millet tilkiyse ben cindim. Akşamın bir vakti yüksek fiyattan döviz alır sonra bir şekilde zarar etmeden satardım. Çok büyük bir ekonomi dehasıydım ya ben, 10 TL kaybetme fikri canımı sıkıyordu.

Merak etme yükselir dedi. Euro Merkez Bankası faizleri düşürdü dedim. O an duraksadım. Sahi ne oluyordu faizi düşürünce? Sesli düşündüm. Faizler düştüyse insanlar kredi çekmeye daha istekli olurlar, dahası ellerindeki parayı da bankaya yatırmayı daha az isterler. Böyle olunca piyasadaki Euro miktarı artar dolayısıyla da Euro değer kaybeder. Yükselmez dedim. Hiçbir şey anlamadı.

Sonra eve geçtim. Yakın çevremdeki hukuk tayfasıyla heyecanlı muhabbetlere giriştik. Taksirli adam öldürmeler, borçların ifaları havada uçuştu. Pek bir şey anlamıyor olsam da muhabbete tutunabilmek için direndim. Bildiğim hukuk terimlerini cümle içerisinde kullanıyordum. Anlatılan olay kesinlikle kanunun etrafından dolaşmaktı, hakkın kötüye kullanılmasıydı, hele o son söylenen kesinlikle mutlak butlandı, haklılardı. Mümkün mertebe iddialarının aksini savunmuyordum. Onlarla aynı yönde ilerlersem belki muhabbette kalabilirdim.

Bir süre sonra gerçekten muhabbetin akışına girebildim. Bir zamanlar ötenazi hakkında yaptığım bir çeviriden aklımda kalanları devreye soktum. Taammüden adam öldürme suçunun oluşup oluşmadığı üzerine senaryolar üretiyordum. Onların üzerine konuşuyorduk. İlginç ilginç senaryolar bulmaya başlamıştım. Bir adamın arabasının bagajına kurulu tüfek bırakması ve bir hırsızın bagajı açmaya çalışırken vurulması durumunda bunun hükmü ne olurdu? Peki aynı evde yaşayan iki arkadaştan birisine icra gelse ve diğeri davacı tarafı noter kanalıyla evdeki eşyaların hangilerinin kendisine ait olduğu konusunda bilgilendirse icra esnasında bu malların da haczedilmesi durumunda ne olurdu?

Ne güzel konuşuyorduk ki bir ara emin sıfatıyla zilliyetin mülkiyetine geçirmesi gibi bir şeyler konuşuldu. Son bilgi kırıntılarımı devreye sokabilir miyim diye düşündüm. Lafı bir şekilde CMK 100. maddeye getirebilir miydim? Konu hiç onunla alakalı görünmüyordu. Velhasıl kelam muhabbet sürdü. Hiçbir şey anlamadım.

Şükür ki programlamacı bir arkadaş geldi sonradan. Az buçuk programlama bildiğimden bu jargona uyum sağlayabilirdim. Server scripting, asenkronize çalışan kodlardan falan konuştu, PHP ile JavaScript'in birlikte kullanılmasıyla sayfa yenilemeden veritabanı sorgusu yapılabildiğine dair bir şeyler söyledi. Az anlar gibi oldum ama açıkçası ben pek bir şey anlamadım. Diğerlerine gelince; hiçbir şey anlamadılar.

Dışarı çıktığımda yağmur vardı. Bir şekilde şarap içen bir grubun arasına katıldım. Fularlı bir arkadaş anlatıyordu. Diğerleri gibi ben de dinliyordum. Binbir türlü Osmanlı Türkçesinden kalma kelime sıkıştırıyordu laflarına. Bazılarını anlıyordum, bazılarını anlamıyordum. Peki ya onu hayranlıkla dinleyen diğerleri? Bir ben miydim bir şey anlamayan? Fularlı adam hüzünlü hüzünlü anlatıyordu. Bir ara bir arkadaşından bahsetti. Mecnun'a müşabih bir adamdı dedi. Müşabih neydi ki? Arapça'dan dilimize geçen kelimelerin kökünü keşfetmek suretiyle belki çıkarımlar yapılabilirdi. Mesela muntazam ve nizam, belli ki ikisi de N-Z-M gibi bir kökten geliyor ve anlamları sırasıyla düzenli ve düzen. Aynı şekilde müşabih kelimesi ile aynı kökten gelen bildiğim bir kelime bulabilirsem anlayabilirdim.

Ş-B-H. Acaba H gerçekten gerekli miydi? Niye gerekli olmasındı? Gerekli olmamalıydı çünkü aklıma sadece "şeb" kelimesi gelmişti. Şeb-i yelda, en karanlık gece, şeb-i arus düğün gecesi demekti. Tabii ya Mecnun da var işin içinde. Bahsedilen adam Mecnun ve gece kavramlarıyla alakalıydı. Geceleri ıstırap mı çekiyordu? Lafa girdim. Ben de gecelerin insanıyımdır, gece kuşu derler bana dedim. Bana baktı ne alaka dercesine "Mecnun'a müşabih" dedim. Evet, "Mecnun'a benzer" dedi. Niye öncesinde aklıma gelmedi ki? Aradığım kelime "teşbih" olmalıydı. "Şeb" nereden çıktı? Neyse dedi, Mecnun'a benzer diye tahvil edelim. He abi tahvil edelim dedim. Tahvil, hisse senedi, gayrisafi milli hasıla... Yok, bende bir çağrışım yapmadı bu kelime. Hadi dedim ben kaçayım artık. Anlatılanları düşündüğümde acı gerçek şuydu: Hiçbir şey anlamadım. Bana kalırsa diğerleri de farklı değildi: Hiçbir şey anlamadılar.

Düşündüm de, adam ana avrat düz gidiyor olsa haberimiz olmayacak. Peki diğerleri niye hayrandı? Anlaşılmaz olmakta bir çekim vardı belli ki? Elimde farklı alanlardan terimler sözlüğü ve lügatla mı gezmeliydim? Belki de evde bunları ezberlesem olurdu.

Geri dönerken sahilde bir çocuk tekerlek gibi bir şeyi yuvarlıyordu. Etraftaki arkadaşlarına aslında yer tekerleği her zaman itiyor, tekerlek o zaman niye duruyor dedi. Aslında yer tekerleği her zaman itmese de ideal bir yuvarlanma hareketinde sürtünme ihmal edilmese dahi tekerleğin durmasına da sebep olmaz. Bu çocuk bunu tek başına nasıl düşünmüş olabilirdi? Muhakkak bir deha olmalıydı ama bilmediği şey yuvarlanma hareketinin kafasındaki gibi ideal şartlarda gerçekleşmediğiydi. Deformasyon direnci dedim. Durdu bana baktı. Yuvarlanma hareketinde yuvarlanan cisimde de bu cismin üzerinde yuvarlandığı cisimde de mikro ölçekte bazı deformasyonlar olur ve bu hareketi durmaya zorlar, bu etkiye halk arasında deformasyon direnci denir dedim. Hiçbir şey anlamadı.

Sonrasında eve geçtim, hava oldukça bozmuştu. Arkadaşlarımdan sadece biri evde kalmıştı. Şimşek çakıp duruyor bir yer yanmasa bari dedi. Şimşek bir şey yapmaz, yıldırım düşerse sıkıntı diyerek onu düzelttim. Anlaşılmazlığımın üzerine düzelticilik de eklemiştim. Ne büyük bir karizmaya sahiptim ben.

Durmadan konuşuyoruz, ahkam kesip oradan buradan terimler sıkıştırıyoruz sözlerimize, en olmadı tedavülden kalkmış kelimeleri gün yüzüne çıkarıyoruz, yabancı dillerden sözcükler serpiştiriyoruz. Samimi olmadığımız kimseye anlatamıyor ve kimseyi anlayamıyoruz. Hepimiz aynısını yapıyoruz ama hepimiz de çok havalı, imrenilesi insanlarız. Hepimiz aynı şeyi yapıyoruz ama hepimiz de diğerlerinden farklıyız. Ayrıca biz hepimiz farklıyız ama hepimize göre diğerleri hemen hemen aynı.

Sahi Euro'nun durumu ne olacak acaba? Aradan üç ay geçti hala 2,85. Gerçekten de yükselir mi ki?

Hiç yorum yok: