28 Eylül 2014

Valensiya Günlükleri (28.08.2014) - Türkiye Muhabbetleri

Dün gece Oktoberfest çıkışında ilginç bir olaya rastladım. Önceden de bahsettiğim gibi Valensiya'nın insanı arkadaş canlısı. Ford Valensiya fabrikasında boyahanede çalışan bir genç sayesinde yine bir arkadaş ortamı edinebilmiştim. Fakat anlamadığım ilginç bir diyalog dönüyordu. Bir kızla bir erkek birbirine sarılmıştı ve birkaç kız her ikisine de ayrılmaları için yalvarıyordu. Sonradan öğrendiğime göre erkeğe sarılan kızın başka bir erkek arkadaşı varmış. Bu kişi aynı zamanda kızın arkadaşlarıyla da yakın arkadaşmış. Bu nedenle alkolün etkisiyle kızın erkek arkadaşını aldatmaması için yalvarıyorlarmış. Birçok aşağılık insan tanıdım, sevgilisinden ayrılır ayrılmaz bir önceki sevgilisine gideni gördüm, sarhoşken ilişkisini unutup platonik aşkını arayanı tanıdım fakat hayatımda ben hiç bu kadar acınası bir sahneyi tecrübe etmemiştim.
Velhasılkelam kızlar ikiliyi ayırmada başarılı oldular, daha sonra grubumuza farklı gençler katıldı. İsminin Rafa olduğunu öğrendiğim bir tanesi ismimi ve soyismimi ilk seferde doğru telaffuz ederek beni şaşırttı. Hukuk fakültesi mezunu olan bu gençle biraz Türkiye hakkında da konuştuk. Ermeni soykırımı, Kıbrıs sorunu gibi meselelerle de ilgiliydi. Laf bir şekilde Türkiye'nin laik olmasına geldi ve enteresandır gruptakiler Atatürk'ü tanıyordu. Daha önce sohbet ettiğim birçok yabancı ismini bile duymamıştı.
Zaman geçtikçe daha da çok şey bildikleri ortaya çıktı. Bir tanesi Osmanlı hakkında ne düşündüğümü sordu. Ama çok genel bir soruydu. Osmanlı'nın neyi hakkında ne düşünüyordum? Mesela Yeniçeriler dedi. Age of Empires'ta iyiler dedim ve gülüşüldü geçildi. Sonra gruptaki bir kız eski iki ev arkadaşının Türk olduğunu söyledi. Birisi İstanbul'dandı diğeri ise doğu sahillerinden. İyi de bizim doğuda sahilimiz yok. Diğerleri şehir tahmini yapmaya başladı. Bir tanesi önce Ankara dedi, değildi, İzmir dedi, ben İzmir'i bilmesine şaşırdım, daha sonra bir başkası Sinop dedi. Yuh artık arkadaş. Hadi İzmir neyse de Sinop'u nereden duydun? Sinop benim dahi bilmediğim şekilde önemli bir Pontus şehriymiş önceden. Bunu da öğrenmiş oldum. Ama Bilecik ve Yozgat hakkında ne düşündüklerini sormaya yine de çekindim.
Yine ben duramadım. Ne zaman hukukçu görsem adetim olduğu üzere tasarlayarak adam öldürme hakkında senaryolar oluşturdum. Rafa ile biraz bunun üzerine konuştuk. Orada tanıştığım Raul isimli bir gençle de futbol ve hayat üzerine birçok benzeşim kurduk. Sıkıntı etme, gerekirse aynı takımda, Trabzonspor'da oynarız ben ortasaha oynarım, sen forvet olursun sana pas atarım dedi, ben de ona Alex de Souza'dan bahsettim, ortasaha olmasına rağmen gol kralı olduğunu söyledim, kaleyi görürsen vur, illa pas atacaksın diye bir şey yok dedim. Çok da fazla zaman geçmeden ayrıldık.
Sabah geç uyandım, günüm boş, dışarı çıkabilirim fakat büyük bir sıkıntım var. Her ne kadar birçok insanla tanışmış olsam da istediğim zaman görüşebildiğim tek kişi Manolo Montoliv, Sevilla'da boğa güreşinde ölmüş olan matador. Sanırım ben bu kısacık sürede İstanbul'u özlemeye başladım. Bugün Türk dönerci kapalı olduğu için Pakistanlılar'dan döner almak zorunda kaldım. Dolayısıyla Türkçe konuşma hevesim bir gün daha benimle kaldı. Burada duyduğum son Türkçe kelimeler dünkü gruptakilerin oradan buradan duymuş olduğu "Merhaba" ve "Bu ne ya?". Tek başıma sıkılmaya başladım. Cidden "bu ne ya?"

Hiç yorum yok: