22 Eylül 2014

Valensiya Günlükleri (22.09.2014) - Talihsiz Bir Başlangıç

Gece yatmadan önce ev arkadaşım geldi. Sabaha görüşemeyiz artık dedi, ve ben ona hayırlı yolculuklar diledim. O da yolculuğa giden sensin diye karşılık verdi. Niye öyle bir laf ettiysem. Gece biraz bunun üzerine düşündüm. Dünyanın hareketini hesaba kattığımızda belki de ben daha az yer değiştiriyordum. Yıldızlar eksen takımına göre asıl seyahat eden dünyanın geri kalanıydı. Coriolis ivmesi üzerine fala kafa yorduktan sonra uyudum.
Sabah aklıma bir başka şey geldi. Facebook'ta profil profil gezerken yolum bir zaman önce tanımadığım bir adamın profiline düşmüştü. Şöyle başlamıştı yazdığı yazıya, özür diliyorum, ben okumayı 4 yaşında öğrendim, 5 yaşında piyano çalmaya başladım, sizler ezberletilen dogmaları öğrenirken ben Mozart notalarını düşünüyordum, o nedenle sizlerle aynı düşünemiyorum. Binbir türlü insan da "cidden ha biz çok farklıyız" tarzı şeyler yazmış altına. Son yazdığım yazıdaki gibi herkes kendini farklı, diğerlerini sıradan, tekdüze kabul ediyor ve kimse yazılanları üzerine alınmıyor. Ama ben akşam Coriolis ivmesi gibi bir dogmayı düşünen biri olarak üzerime alındım.
Yazısının devamında bizlerden farklı düşüncelerinden de bahsetmiş. Bir gün dünya enerjiden oluşan evrenin enerjisini kullanacak, fosil yakıtlara ihtiyaç duymayacakmış. Ulan ne güzel şeyler düşünüyormuşsun sen? Ben bana ezberletilen dogmalar sayesinde fosil yakıttan iş nasıl üretilir biliyorum. Bunu pratiğe döken mühendisler de Otto ve Dizel çevrimi gibi ezberletilen dogmaları kullanıyorlar. Peki sen ne düşündün paşam? Bizlerden farklı olan sen de evren enerjisiyle çalışan bir araba, klima, aydınlatma sistemi yapsan da keşke bir halt zannetsek seni. Neyse, onun dediği gibi olsun, aynen abi evren enerjidir, dünya da düzdür, ataleti yoktur.
Neyse, en azından bir süre bu tarz dandik adamlardan uzak olma düşüncesi ile teselli buldum. Fakat asıl bundan sonra talihsiz serüvenler dizisi başladı. Önce havaalanında çantamdaki mızıka şarjör zannedildi. Bu çok uzamadı, THY aynı koltuğun uçuş kartını iki kişiye vermiş, elbetteki bu iki kişiden biri benim. Bu nedenle yer ayarlamada sıkıntı yaşadım. En son da Valencia'ya indikten sonra sigara içmek istediğimde çakmak bulamamam dokundu. Bir markete soruyorum çakmak satıyor musunuz diye adamlar ne dediğimi anlamıyor dışarı çıkmamı tavsiye ediyorlar. Herhalde ağalar ben dükkanınızda sigara içiyorum, hakkınızı helal edin dedim falan sandılar. Çok şükür otelin resepsiyonundaki kızdan çakmağın İspanyolcasını öğrendim de bir tane satın alabildim.
Neyse, güzel şeyler de var bugünün içinde. Farklı yerlerden farklı hikayeler çıkabiliyor.
Yukarıdaki adam Valensiyalı Manolo Montoliv. Zamanında çok boğayla güreşmiş. Onu yenmiş, bunu yenmiş, sonunda bir gün Sevilla'da güreşe çağırmışlar. Anladığım kadarıyla bu boğanın anasına bacısına sinkaflı laflar etmiş. Boğa bunu birkaç kez efendi olması konusunda uyarmış ama bu eline aldığı pelerin gibi bir şeyi sallayıp bunu alaya almış. Boğa daha fazla dayanamamış, almış altına bunu, boğanın elinden alamamışlar, boğa biz anamıza bacımıza söveni yaşatır mıyız demiş öldürmüş adamı.
Neyse Montoliv'in cenazesi gelmiş Valensiya'ya. Ama Valensiyalılar, "Ulan bu zamanında çok ahkam keserdi, bu boğaya sapladım, şu boğayı deştim derdi, gitmiş ölmüş geri zekalı biz de onu bir halt sanırdık" dememişler adamın heykelini dikmişler. Tamam da arkadaş dövüşün kazananı boğa değil mi? O zaman boğanın heykeli nerede? Hadi diyelim ki burada adet yenilenin heykelini dikmek, o zaman bu adamın öldürdüğü boğaların heykelleri nerede?
Neyse, şansıma Valensiya'da yine Oktoberfest varmış. Önce pizzacı Don Salvatore'a uğrayıp arenaya geçmek lazım. Yarın görüşmek üzere, Dr. Jekyll Valensiya'dan bildirdi. 

Hiç yorum yok: